23 Mart 2016 Çarşamba

DETACHMENT:SESSİZ ÇIĞLIKLAR

                                                                                          





    ''Ve hayatım da aynı anda hiç böylesine kendimden kopmuş ve bir o kadar da kendimde hissetmemiştim''    Albert Camus

Dünya bir yere doğru gidiyor.İyiye  doğru gidiyor  diyenler de var. Kötüye doğru gidiyor diyenler de var. Dünyanın gittiği o yere  doğru insanlar da gidiyor. Ruhlar sıradanlaşan bu dünya da ölüyorlar.Ölmeleri sistemin kendi eliyle oluyor .Ülkelerin isimleri değişiyor,insanların isimleri farklılaşıyor ama insanın acıları,hüzünleri zamanın ve mekanın ötesinde kalıyor . Tony Kaye 'in 2011 yapımlı Detachment filmi Andrien Brody'in şahane oyunculuğu ile bize evrensel bir sistem eleştirisi yapıyor.

Sistem kendini kurumlar üzerinden ifade eder. 
Kurumlar ise insanlar üzerinde kendini gösterir. Bir okul düşünün adı kötü öğrencileriyle nam salmış. Öğretmenlerin de öğrencilerinden aşağı kalan yanı olmayan. Henry Barthes yedek İngilizce öğretmeni olarak bir gün bu okula arz-ı endam eder. Kim olduğunun ve ne olacağının farkındadır. Sınıfa girer,kendini tanıtır,tek bir kuralı olduğunu belirtir.Kuralı ''Dersime gelmek istemiyorsanız,gelmeyin''dir.Bir öğrencinin kendine hakaret etmesine aldırmaz,aynı öğrenci başka bir öğrenciyi aşağıladığın da ise onu sınıftan kovar.Ne kadar sadece zamanı dolana kadar görevini yapacak bir öğretmen havası takınsa da ilkeleri olan bir adamdır Mr.Barthes.Daha sonrasında bir öğrencinin üzerine yürümesi ve çantasını fırlatması üzerine söylediği şu sözler manidardır:''Bu çantanın hiçbir duygusu yok,bu çanta boş.Benim içim de bu çanta gibi boş.Beni incitemezsin.'' Bu duruş karşısında çocuk geri adım atar ve söylenileni yapar. Mr.Barthes kim olduğunu ve ne olmadığını bildiğini duruşuyla öğrencilerine gösterir.

Öğretmen ve öğrenci arasında rütbe farkı olabilir. Ama var olma savaşın da herkes aynı sorunlarla boğuşur. Meredith yetenekli bir kızdır. Fotoğrafçılığa merakı ve ilgisi vardır. İnsanların yüzlerinde ki duyguları yansıtır resimlerine. Ama babası onun sıradanlaşmasını istemekte ve onun ruhunu sıkmaktadır. Meredith kendi var oluş savaşını hem babasına hem topluma karşı verir. Henry geçmişin anılarını,annesinin intiharını,babasının terk edişini yaşam keşmekeşinde heybesinde taşır. Okulda ki diğer öğretmenlerin her birinin hayatında farklı  problemler vardır. Herkes kendi sessiz çığlıklarını atmakta karşılık verecek bir ses bekleyerek. Henry o sesin başkalarından gelmeyeceğinin kendi içinde bulması gerektiğini farkına varmış birisidir. Çünkü hiç bir zaman bir ailesi olmamıştır. Dünya da ki yalnızlığını tüm vücuduyla hissettiği annesinin ölümüne şahit olduğu andan itibaren yaşamın tek başına bir yolculuk olduğuna farkına varır. Her ne kadar şahit olduğu zaman bir çocuk olsa da.

Henry yaşamı üzerinde bir borç olarak taşır. Herkesin yapmaya çalıştığının da bu olduğunun farkındadır. Üzerimize çöken kurallardan,sistemin istediklerinden akıl sağlımızı,ruhumuzu koruyarak çıkmanın yolu okumaktır.Yaşam var olduğu sürece üstümüze gelinecek,köşelere sıkışacağız ama yaşamak cesaret işidir. Cesaretimizi de kendi ruhumuzdan almalıyız. Okuyarak başka ruhların yolculuklarına tanıklık ederek kendi yalnızlığımızın özgün değil genel bir yanı olduğunun farkına varırız. Anlaşılmak şu dünya da bir nimettir. Seni duymak isteyene kendini  anlatabilirsin. Barthes'in Meredith'e söylediği  şey de kanımca şu zor dünyada anlaşılma çabasının zorluğunu gösteriyor. Hayatta her zaman öz farkındalığı olmayan insanlarla karşılaşacaksın. Anlaşılmamak hissi yaşamayı her zaman zor kılacak. Yalnız insan kendinin  farkına varırsa bu zorluklardan gün ışığına çıkabilir. Henry'in geceleri başıboş sokaklarda dolanması,ağlaması ; gün doğduğunda ise Mr. Barthes olarak kendinden emin bir duruş sergileyerek görevlerini yerine getirmesi,onun sunduğu cevabı yaşadığını gösteren bir ayrıntıdır.

Henry film boyunca diğer karakterlerin çıkmazlarına,kayboluşlarına şahit olur. Bir şey yapması gereken zaman da bir şey  yapar, yapmaması gereken zaman da ise bir şey yapmaz. Öğretmenlerin yaşadıkları sorunlardan bir parça taşır,Meredith'in çıkmazını anlar,Erica'nın başıboşluğunu bilir. Herkesten bir parça taşır  ama hiç kimsedir.



Filmin sonuna doğru öğretmenlerden birine söylediği şu sözler: ''Bugün bir şeyin farkına vardım.Ben aslında yokum ,Sarah. Burada olmamalısın,ben burada değilim.Beni görebilirsin ama ben sadece boşluğum''. O kendisinin her şeyiyle farkında olduğunu bize bir daha gösterir. İnsanlar farkındadır ama bir şey yapmaz tıpkı Henry gibi. Henry'in farklı yanı ise eylemlerine sahip çıkmasıdır. Kendini boşluk olarak tanımlaması da arada kalmışlığın onu zamandan ve mekandan koparak bir yokluğa ittiğini gösterir.
 Detachment  her şeyi ile anlatmak istediğini veren bir  Tony Kaye filmi. Derdi olan ve derdini anlatmak için gözünü budaktan sakınmayan ama ayarı kaçırmamayı başaran bir yapım. Sınırlar da dolaşan ,yakan kavuran ,insana kaybettiği ''şeyi'' anlatan bir film. Herkes izlediğinde kaybettiği şeyin ne olduğuna dair bir cevap bulabilecek demek filmin kalitesine dair bir cevap olabilir.

                                                                                                                                    

3 Şubat 2016 Çarşamba

LOCKE:DÖNÜŞÜ OLMAYAN YOLCULUK

Hayat bir bilinmezden ibarettir aynı bir tabularasa. İnsan hayatı düşe kalka doldurur . Bilmediği bir dünyaya gelen insanoğlu çevresiyle birlikte kendini , kendi anlamını arar durur. Hayat, her gün ve her saat başka bir yönüyle tanıştırırken insanı,  bu çeşitli ve sürekli değişim içerisinde insan her  deneyimiyle değişir, varoluşunu zenginleştirir, hayatı kendisine daha tanıdık hale getirir.

 Bir çocuk sobaya dokunmak isterse aile üyeleri onu engeller ama bir gün sobaya eli değer ve elinin yanmasıyla o zaman sobanın yaktığını anlar, bir daha sobaya dokunmaz. İnsanın bütün yaşam serüveni aslında o sobaya dokunup dokunmamasıyla  ilgilidir . Onu mutlu ya da mutsuz edecek olan ise sonuçları göze alıp almama olgunluğudur. Ivan dünyaya geldiğinde babası yanında değildi. Hiçbir zaman da olmadı. Ivan büyüdü kendi hayatının sorumluluğunu almaya başladı,seçimlerini sağlam bir zeminde yapmayı kendine ilke edindi. Bir hayat kurdu. İyi bir eş,iyi bir baba ve iyi bir çalışan olma vasıflarını elde etti. Emin adımlarla kurduğu bu hayat bir anlık boşluğuyla yerinden oynadı ve zemin sallanmaya başladı.

Ivan hep o başa dönmemek için yaşamış bir karakter. Babasının ona yaşattığı hiçlik duygusunu onun gibi olmama kararını alarak bir var olma çabasına dönüştürür. Babası gibi olmama kararı bir zamandan sonra Ivan da bir alışkanlığa  dönüşür. Manası derinlerde kalır ve kaybolur. Alışkanlıklar körleştirir insanı,yeniden görmek hatalar ile olur. Bazen hatalar yeniden doğuşu bazense dibe batışı  getirir. Ivan'ın uyanışı o tek gecelik ilişkisi ile başlar,çorap söküğü gibi gerisi gelir. Bir çizgi düşünün bir yanı siyah bir yanı beyaz siz ise grinin üstündesiniz,hayat aslında o üçü arasındaki gidip gelmelerimiz. Ivan hep beyazın üzerinde olmaya çalışır.Doğru,dürüst,çalışkan,sorumluluk sahibi bir erkek olur. Bir anlık dalgınlığı ile bütün sıfatlarına bir soru işareti düşer ve siyah tarafa geçer. Bize sunulan araba yolculuğunda İvan'ın o siyah taraftan gri çizgiye nasıl geçeceğine dair bir sorgulamadır. Ivan yaptığı hata sonucu bir hayatın dünyaya gelmesine sebep olmuştur. Bunun sonucunda o bir anlık hata ömrü boyunca peşinden gelecek bir yaşama dönüşmüştür. O zaman bunu eşine söylemelidir. Gerekirse milyon dolarlık işi tehlikeye atmalıdır. Çünkü başlangıçlar önemlidir. Bütün serüvenin kuruluşu o başlangıçtadır. Ivan'ın bebeğin doğumuna yetişmek için verdiği kararlar birçok insanın kabusu olur. Ama Ivan kendi yaşadığı kabustan uyanışı için o bebeğin yanında olması gerektiğine inanır ve bunun için her şeyi göze alır. Pervasız, umarsız, sorumsuz nitelemelerinde bulunabilir Ivan için. Ama bir insanın doğuşu yok ola oladır. Eşinin yaşadığı şok, kelimelerle tarif edilemez. Babalarını maç izlemek için bekleyen çocuklar bir daha o tabloya ulaşamayacaklardır. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Ama olacak olan şey bir başlangıçtır.

 Bir adamın kararı birden fazla insanın hayatına etki ediyor. Hangi tarafı seçse diğer tarafın boynu bükük kalacak. O yüzden Ivan bir tarafı değil bir şeyi seçiyor. Bebeğin doğumunun yanında olmayı seçerek aslında bir yaşamın sorumluluğunu seçiyor. Burada diğer kadın olarak tabir edeceğimiz kadının sıfatı sadece anne. İvan için ötesinde bir şey değil. Bu noktasından dolayı Ivan Locke'a sorumsuz demek haksızlık olur belki de. Filmde Ivan ile baş başa olmamız diğer karakterlerin sadece sesleriyle bizim hayal dünyamıza bırakılması hikayeyi özgürleştiren ve evrensel yapan bir nokta.

Ivan o kadar eminki yolun doğru olduğundan hep gitmekten bahsediyor. Geri döneceğini de söylüyor ama önemli olan gitmek. Giderek kendini Locke'lerin hiçliğinden kurtararak Ivan yapacağına inanıyor. Yolun nereye gittiğinin ve sonucunun neler olacağının farkında. Gözü kara bir şekilde atıyor bütün adımlarını. Bunu yaparken klasik aşık olup karısını terk eden adam klişesinden çok uzaklarda bir yoldan gidiyor. Bir adamın her şey ile yaptıklarının sorumluluğunu alma, gözü karalığını izliyoruz.





Ivan eşinin gireceği bunalımın da çocukların yaşayacağı şoku da o kadının acılarını da o bebeğin masumiyetini ve kendi hayatının yok oluşunun sonuçlarını üstlenmeye gönüllü. Ne gerek var denilebilir. Ama Ivan'ı anlamak klasik kalıplarla mümkün değil. Çünkü bazen insanın doğru dediği şey bütün dünyanın kitabında yanlışın en bariz olanıdır. İnsanın içindeki sesi o doğruyu öyle bir haykırır ki diğer bütün sesler yok olur. Ivan Locke da o sesin gücü ile hayatını kendi elleri ile yıkıp yeni bir başlangıca gidiyor. Steven Knight'ın yönetmeliğini ve senaristliğini yaptı başrolde Tom Hardy'nin(Ivan Locke) yer aldığı Locke filmi Ivan Locke'un hayatının sarsılışının serüvenini bize bir araba yolculuğunda Ivan'ın yanına oturtarak onun telefon görüşmeleri üzerinden anlatıyor. Tek mekan tek kahraman ama enfes bir varoluş hikayesi ortaya çıkıyor. İyi seyirler...


31 Ocak 2016 Pazar

TURİST:BİR KOCALIK PARODİSİ


Kökler salarız yaşama.Bağlar kurarız hayatla,kendimizi var ederiz insanlarla. Sıfatlar alırız, bir şey oluruz. Birileri için önemli birileri için hiç oluruz.Aşık oluruz, severiz. Çocuklarımız olur aile oluruz.Bağlarımız kuvvetlenir. Yaşam bir bütün olur. Zıtlıklarla yaşamanın gücü çıkar ortaya.Ama hep bir güven vardır. Düştüğümüzde kaldıracak kaybolduğumuz da bulacak diye.O güven kökleri sağlamlaştırır, yeni dalları tomurcuklandırır. İnsan alışır düzene, unutur başlangıcı. Hatırlaması için ayağının boşluğa gelmesi ve bocalaması gerekir. O zaman uyanır alışkanlıklarının rüyasından.


Rüyalardan uyanmak yaşamın özeti sanki. Zaman ve mekan değişse de insana dair şeyler değişmiyor. Ruben Östlund Turist filmi ile bize bir babanın uyanışını  Fransa'nın Alplerin de yer alan bir kayak merkezinde beş günlük tatile çıkmış bir ailenin üzerinden anlatıyor. Başroller de hikayemizin kahramanı babayı Johannes Kuhnke(Tomas),ailemizin fedakar annesini Lisa Lowen Kongs(Ebba),ailenin çocuklarını ise Clara Wettergren(Vera) ve Vincent Wettergren(Harry) canlandırıyor.

Bir Elmanın Yarısı:İlk Gün

Aile olmak birliktelik ,bir duygudaşlıktır. Aynı evde birbirinden farklı hayatların bir bağla bağlanmasıdır.Alışkanlık,fedakarlıktır belki de. Çocuklar sonradan katılır aileye,anne ve baba ise o aileyi kadın ve erkek olarak seçerek kurarlar.Bir birliktelik, yuva inşa ederler.Çocuklar o yuvanın meyveleri olur. Hep o ilk heyecan kalır mı bilinmez. Fotoğrafçı onlara nasıl durmalarını söylerken Ebba ya da Tomas bunları düşünüyor muydu acaba? Eşinizle şöyle durun,çocuklara şöyle yanaşın. Bir şey var ama ne? Belli değil. Her şey güllük gülistanlık duruyor. Birbirleriyle daha iyi vakit geçirmek için tatile çıkarlar. Aile üyeleri Tomas'ı bir nebze telefonundan ayırarak yanlarında tutmak isterler.

Pembe Gözlükleri Çıkarış:İkinci Gün

Alpler'in eşliğinde enfes bir kahvaltı,sevdikleriniz de yanınızda daha güzel ne olabilir ki?Tomas manzarayı seyretmekte, oğlu Harry baba baba diye bağırmakta,Tomas ise korkulacak bir şey yok,kontrollü bir durum demekte.Ama karlar üzerlerine doğru gelmektedir. Bir toz bulutu kaplar ortalığı. Toz bulutu kalkar,herkes yanındakini kontrol eder. Ebba şaşkındır. Tomas ise ortalıklarda yoktur. Sakin bir şekilde gelir. Masaya otururlar ve yemeklerine devam ederler. Sanki az önce üstlerinden bir çığ geçmemiş gibi.

Üstlerinden sadece geçen bir çığ olsa atlatılır belki.Çünkü çığ oldu ve bitti. Ama insan acil durumlarda diğer insanların ne yaptığı,nasıl davrandığıyla ilgilenir.Büyük parçadaki küçük parça daha önemli olur. Belki de  durumu şöyle özetleyebiliriz; ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi. Ebba ne yapacağını bilemez. Bir şey olmuştur,bir çıt sesi  duymuştur. Ama nereden geldiğini,neden geldiğini,ne yapması gerektiğini bilemez. Sarıl der Tomas'a sarıl bana.Her şeyin eskisi gibi olmasına ihtiyacım var.Çatırdayan bardak bir daha eskisi gibi olur mu?

Dünyaya çığlık:Üçüncü ve Dördüncü Gün

Aynı çıt sesini herkes duymuştur. Harry ve Vera anne ve babalarının ayrılacağını düşünmekte,Tomas bir sorun yok havalarında ama içten içe o da farkındadır. Ebba ise harekete geçen çözüm arayan,cevapları deneyendir. Charlotte ve sevgilisinin yanında yaşadıklarını gülerek anlatması,sonrasında Matts ve genç sevgilisinin yanında  eteğinde ki taşları dökmesi,Tomas'ın sessiz kalması,Mats'in olayı açıklamaya çalışmaları da kesmez Ebba'yı.Videoyu izlemek ister,izlenen görüntüler Tomas'ın kaçtığını olduğu gibi ortaya döker.Herkes derin bir sessizliğe gömülür.

Birlikte yattıkları yatakta yatmaz Tomas.Erkenden çıkar Matsile kayağa giderler. Mats ona bağır der,çığlık atmak en iyi terapidir.Tomas çığlık atar attıkça kendine gelir.Sonrasında genç bir kızın yanlarına gelerek arkadaşım sizi beğeniyor demesi Tomas'ın öz güveni bir anlık yerine gelir.Otele döner Ebba ve çocuklar yoktur. Tomas ne yapacağını bilemez.Durur,bekler,dışarı çıkar sonrasında odaya tekrar gider.

Ebba'ya konuşmak istediğini söyler.Ağlamaya çalışır,Ebba inanmaz. Tomas uzun bir süreden sonra ilk defa dürüst olmaya kararlıdır. Bir sürü şey yaptım.Her seferinde yapan insandan tiksindim. Üstünü örttüm,yok etmeye çalıştım ama olmadı. 'Kendi içgüdülerimin kurbanıyım.Yalan söyledim,seni aldattım.' der ve ağlamaya başlar,bir çocuk gibi durmadan ağlar.Ebba şoktadır ne yapacağını bileme.İçeriye götürür onu. Çocuklar gelir ,babalarına sarılırlar.Vera annesini de ona sarılmaya zorlar. Ve hep birlikte yeniden aile olurlar.

Yeniden Doğuş:Beşinci Gün

Tozları paspasın altına süpürmek onların çoğalarak yeniden ortaya çıkmasını beraberin de getirir. İnsan sorunlarıyla yüzleşmekten kaçar.Aman rahatım bozulmasın,düzenim bozulmasın der,biriktirir durur,ortaya çıktığında ise kimse duduramaz. Ebba ve Tomas ilişkilerin de çatlak sesleri vardı ama duyulmuyordu. Çığ sayesinde göz ardı edilemeyecek şekilde ortaya çıktı.

Tatillerinin son günlerinde hep beraber kaymaya giderler. Tomas evin reisi olarak onları yönlendirir.Ne yapılacağını belirtir,ipleri eline alır.Ortalığı bir sis kaplar Ebba yoktur,Tomas gider Ebba'yı kucağına alarak gelir.Ebba sonrasında yürüyerek kayak takımlarını almaya gider. Ebba Tomas'ı denemiştir. Tomas bu sınavda başarılı olmuştur.Otelden çıkış sahneleri Çok şeyin değiştiğini gösterir. Ne yapacağını bilen bir aile portresi çizer.

Film bitti diye bekleriz. Mutlu son,'aile kurtuldu tarzı' romantik bir cevap çıkar karşımıza zannederiz.Yanıldığımızı otobüs sahnesi ile anlarız. Ebba gergindir.Otobüs her viraj alışında gerilmeye devam eder,durduğu anda ise koşarak iner.Çocuklarına ya da eşine bakmaz,sadece kendiyle ilgilenir.Yürüyerek inerler yokuşu. Tomas sigara içer,oğlu baba sigara mı içiyorsun dediğinde evet der içiyorum.Film gelmek istediği noktaya gelir.Ve Tomas'ı kurtarır.

 


Sonuç

Ruben Östlund'un Turist'i modern dünyada erkeğin düştüğü bunalımı çığ metaforunu kullanarak anlatır.Ebba'nın kendini sorgulaması,Charlotte'nin varlığı,Mats'in adaleti sağlama çabaları Tomas'ı kendine getirme yolunda ki evrelerdir.Bu açıdan bakıldığında feminist bir okumayla yerilecek bir nokta çıkabilir.Ama böylesi bit yorum haksızlık olur.Bazı anlarda hayatta her zaman olduğumuz kişi olmayabiliriz.Hep fedakar cesur oluruz diye düşündüğümüz zaman bunları yapamayabiliriz.İnsan kendini çok tanıdığına inanır.Hep kontrolü elinde tutan olduğunu zanneder ama yaşam her daim onu sınar.Mücbir sebepler hayatımızda kendimizden beklenileni yapamadığımızda ortaya çıkan suçluluk duygusuna bir cevap niteliğindedir.

                                             



17 Ocak 2016 Pazar

THE IMITATION GAME


Yaşamak insan için sadece nefes alıp vermek değildir benliğini keşfedip bununla var olmaktır. Her an her saniye var olma savaşı devam etmektedir. Kırıp dökerek, yok ederek var olmak en kolayıdır. İyi yanının koruyarak var olmak ise en zorudur.  Peki bir öznenin var olması bulunduğu toplumun varlığını oluşturan etmenlerle çatışıyorsa ne olur? Bir taraf haklı bir taraf haksız diyebilir miyiz? Desek biz olasılıklı yaşamı basite indirgemiş olmaz mıyız? Tarihe katkısı olan insanlar bir şeyleri dönüştüren değiştiren insanlar hep ön yargıların yasakların kurbanı olmuşlardır ama belki de bu farkındalık onları tarihi değiştiren insanlar statüsünde yer aldırmıştır, bilemeyiz…

Yapay oyun filminde Alan Turing’in var olma savaşından bir parça izlediğimize dair bir yorum yapılabilir.  film  zaman olarak ikinci dünya savaşı zamanında geçmektedir.  Nazilerin şifreli haberleşme sisteminin kırılması gerekmektedir ve Alan  bu göreve kendisi talip olur.  Ve bu şifrenin kırılması için oluşturulan takımın içerisine girer lakin Alan bir asosyaldir daha doğrusu insanlara güven sorunu olan birisidir. Bu grup içerisin de yararlı bir duruş sergileyemez ve kafasındakini yapmak için  gerekli  yerlere başvurur ve bu gerekli yerlerden biri William Churchill olması da onu yıldıracak bir şey değildir.

Alan yalnız bir ergenlik geçirmiştir. İlk ve tek arkadaşı olan Christopher ‘a da farklı bir şekilde bağlanmıştır. Büyük insanların o büyük insan olma serüveninde onlara o inancı potansiyeli hissettirecek insanlar vardır. Christopher da Alan için bu görevi üstlenmiş kişiydi. 

Toplum onun normlarına düzenine uymayan kişiyi ya da kişileri sevmez ve onları bastırmaya yok etmeye ezmeye çalışır Alan bu gerçekle lise yıllarında yüz yüze geliyor havuçlar ve bezelyeler birbirine değmemeli diyor ama çevresindeki yaşıtları onu ucube olarak isimlendirip kendi güçlerini gösterecek bir şey olarak bakıyorlar. Onu masanın altına kapatıp tahtaları üzerine koydukları zaman  tepki vermesi onları o kadar eğlendiriyordu ki  lakin ses kesilinceye kadar. Şiddet karşısında bir karşı çıkış buldu mu devam ediyor bulmadığı zaman sönüp gidiyordu.

Alan toplum tarafından hep bu şiddeti görüyor ama o bir şeyler yapabilirim gücü umutsuzluktan kurtarıyordu lakin bir yere kadar! Peki var olmak sadece insanın mücadelesi mi yoksa bir de kadının var olma mücadelesi de var mı? Maalesef ki evet var.  Joan Clarke de filmde kadının var olma mücadelesinde bir yer tutuyor. Ve Alan’ın kafasındakileri gerçekleştirmesine ve onun diğer insanlara şans vermesini sağlıyor. Bir nevi yardımcı kuvvet oluyor. Alan da ona zekasıyla var olması için olanak sağlıyor çünkü o zamanlar bayanlar sadece sekreter olabilir ve bir bulmaca çözmekten bile acizdir!

Kendisine ait bir sırrı olan bir adam. O adam savaşı durduracak şifreleri de çözen bir adam. Ama Almanların bunu anlamaması için sırın üstüne sır eklemesi gereken adam da o. İnsanın sınırı sorunu her zaman ve her yerde var olagelecektir. Burada da Alan’ın ve arkadaşları küçük ölçekte 100 hayat mı büyük ölçekte savaşın erken bitmesi mi? Sorusuyla yüz yüze kalıp büyük ölçekten bakmaları. Bir fedakarlık bir merhamet bir de büyük cesaret vardı o karar da. Bir şeyleri değiştiren insanlar adımların ötesini görenlerdir ama bu onları her zaman iyi hissettirecek diye bir şey yoktur.



Toplumlar da insanlar gibidir almayı severler ama vermek içlerinde yoktur. Nankörlükte vardır. Kahramanları severler ama bilinen gözleri önünde olanları gizli kahramanları sevmezler. Devletler de açık olmayı sevmeyip gizliliğe bayılırlar. Alan TURİNG de filmde bu ikisi arasında kalıp sonunda toplumun nankörlüğünde devletin gizliliğinde kaybolmaktadır.