17 Ocak 2016 Pazar

THE IMITATION GAME


Yaşamak insan için sadece nefes alıp vermek değildir benliğini keşfedip bununla var olmaktır. Her an her saniye var olma savaşı devam etmektedir. Kırıp dökerek, yok ederek var olmak en kolayıdır. İyi yanının koruyarak var olmak ise en zorudur.  Peki bir öznenin var olması bulunduğu toplumun varlığını oluşturan etmenlerle çatışıyorsa ne olur? Bir taraf haklı bir taraf haksız diyebilir miyiz? Desek biz olasılıklı yaşamı basite indirgemiş olmaz mıyız? Tarihe katkısı olan insanlar bir şeyleri dönüştüren değiştiren insanlar hep ön yargıların yasakların kurbanı olmuşlardır ama belki de bu farkındalık onları tarihi değiştiren insanlar statüsünde yer aldırmıştır, bilemeyiz…

Yapay oyun filminde Alan Turing’in var olma savaşından bir parça izlediğimize dair bir yorum yapılabilir.  film  zaman olarak ikinci dünya savaşı zamanında geçmektedir.  Nazilerin şifreli haberleşme sisteminin kırılması gerekmektedir ve Alan  bu göreve kendisi talip olur.  Ve bu şifrenin kırılması için oluşturulan takımın içerisine girer lakin Alan bir asosyaldir daha doğrusu insanlara güven sorunu olan birisidir. Bu grup içerisin de yararlı bir duruş sergileyemez ve kafasındakini yapmak için  gerekli  yerlere başvurur ve bu gerekli yerlerden biri William Churchill olması da onu yıldıracak bir şey değildir.

Alan yalnız bir ergenlik geçirmiştir. İlk ve tek arkadaşı olan Christopher ‘a da farklı bir şekilde bağlanmıştır. Büyük insanların o büyük insan olma serüveninde onlara o inancı potansiyeli hissettirecek insanlar vardır. Christopher da Alan için bu görevi üstlenmiş kişiydi. 

Toplum onun normlarına düzenine uymayan kişiyi ya da kişileri sevmez ve onları bastırmaya yok etmeye ezmeye çalışır Alan bu gerçekle lise yıllarında yüz yüze geliyor havuçlar ve bezelyeler birbirine değmemeli diyor ama çevresindeki yaşıtları onu ucube olarak isimlendirip kendi güçlerini gösterecek bir şey olarak bakıyorlar. Onu masanın altına kapatıp tahtaları üzerine koydukları zaman  tepki vermesi onları o kadar eğlendiriyordu ki  lakin ses kesilinceye kadar. Şiddet karşısında bir karşı çıkış buldu mu devam ediyor bulmadığı zaman sönüp gidiyordu.

Alan toplum tarafından hep bu şiddeti görüyor ama o bir şeyler yapabilirim gücü umutsuzluktan kurtarıyordu lakin bir yere kadar! Peki var olmak sadece insanın mücadelesi mi yoksa bir de kadının var olma mücadelesi de var mı? Maalesef ki evet var.  Joan Clarke de filmde kadının var olma mücadelesinde bir yer tutuyor. Ve Alan’ın kafasındakileri gerçekleştirmesine ve onun diğer insanlara şans vermesini sağlıyor. Bir nevi yardımcı kuvvet oluyor. Alan da ona zekasıyla var olması için olanak sağlıyor çünkü o zamanlar bayanlar sadece sekreter olabilir ve bir bulmaca çözmekten bile acizdir!

Kendisine ait bir sırrı olan bir adam. O adam savaşı durduracak şifreleri de çözen bir adam. Ama Almanların bunu anlamaması için sırın üstüne sır eklemesi gereken adam da o. İnsanın sınırı sorunu her zaman ve her yerde var olagelecektir. Burada da Alan’ın ve arkadaşları küçük ölçekte 100 hayat mı büyük ölçekte savaşın erken bitmesi mi? Sorusuyla yüz yüze kalıp büyük ölçekten bakmaları. Bir fedakarlık bir merhamet bir de büyük cesaret vardı o karar da. Bir şeyleri değiştiren insanlar adımların ötesini görenlerdir ama bu onları her zaman iyi hissettirecek diye bir şey yoktur.



Toplumlar da insanlar gibidir almayı severler ama vermek içlerinde yoktur. Nankörlükte vardır. Kahramanları severler ama bilinen gözleri önünde olanları gizli kahramanları sevmezler. Devletler de açık olmayı sevmeyip gizliliğe bayılırlar. Alan TURİNG de filmde bu ikisi arasında kalıp sonunda toplumun nankörlüğünde devletin gizliliğinde kaybolmaktadır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder